Deliryum Serisi Lauren Oliver-Kitap Yorumu
Selam! Bu yazıya nasıl başlayıp bitirebileceğimi cidden bilmiyorum, duygularım o kadar karışıkki, şimdiden özürdilerim yanlış bi şey yazarsam görmezden gelin..Bi de yazı biraz uzun olabilir uyarayım.. :)
Deliryum serisi konu olarak ilgi çekici, yazım dili olarak biraz sıkıntılı bi seri. Öncelikle konudan bahsetmek istiyorum. Aşk'ı hastalık olarak gören hatta bununla kalmayıp bu hastalığa bi isim bile yapıştıran bi toplum düşünün. Hastalığın adı: Amor Deliria Nervosa. Hastalığın insanı kendi iradesi dışında eylemlere ittiği, insanın kendi refahından çok başkası için kendini feda ettiğini ve bunun fiziksel boyutlarda hastalığa dönüştüğüne inanan bi toplum var karşımızda. Sevginin yarardan çok zararının olduğunu, duyguları gereksiz yere coşturduğunu, insanı değiştirip kötüleştirdiğini, ilerledikçe halisünasyon gördürdüğünü düşünen insanlar. Bu hastalık için bi tedavileri var ve toplumun her bir üyesi 18 yaşına geldiğinde bu tedaviyi olmak zorunda. Tedavi olanlar bi sınava girip aldıkları puanlarla devlet tarafından kendileri için eşleştirilen kişilerle evlenmek zorundalar. Bireyler daha küçücük yaştayken bu yönde eğitilip Aşk'ın gerçekten bi hastalık olduğuna, ona kapılanların sonunda Mezarlarda (aşka tutulup tedaviyi reddedenlerin gönderildiği hapihane) çürüyeceklerine inandırılıyorlar. Karşı cinsle yalnız kalmak kesinlikle yasak, akşam 10'da sokak yasağı başlar, şarkı söylemek, coşkulu ve tutkulu olmak kesinlikle yasak! Tedavi olanlar duygularını minimumda yaşar ve ölçülü davranışlarda bulunur, haliyle insanlar da asıl mutluluğun tedavide olduğuna inanıyorlar.
Tabii bi de tedaviye karşı olanlar, aşka inananlarımız var. Daha doğrusu tedavi olma konusunda seçimin insanlara bırakılmasını isteyen, bunun insanın kendi iradesiyle seçtiği bi yol olması için çabalayanlar. Bunun için savaşan ve gerektiğinde özgürlüğünü feda eden insanlar var. Direniş. Kendilerine bu ismi verdiler.
Seri Lena'nın bi erkekle tanışması ve gitgide ona aşık olmasıyla başlıyor. Kendi içinde yaşadığı çelişkiler, ailesini düşüreceği durum, yakalanırsa yaşayacağı sorunlar ve kaybedeceği özgürlük..Deliryum'un arka kapağında da yazdığı gibi Lena aşkı seçiyor ve hikayemiz böylece başlamış oluyor.
Geçelim yorumuma! Başta da yazdığım gibi gerçekten duygularım karmakarışık, bi yandan yermek bi yandan övmek istiyorum. :) Öncelikle aslında iki somut sıkıntı var benim için; 1. kitapların şimdiki zaman ekleri kullanılarak yazılması. Bu başlarda biraz sıkıntı yaratsa da ilerledikçe kesinlikle alışıyorsunuz. 2. olarak da kitapların orjinal kapak olmaması, yahu orjinal kapaklar mu az zam! :/ Neyse.. İlk kitap (Deliryum) biraz konuya giriş amaçlı, Lena'nın yaşadığı ve yaşayamadığı dünyayı tanıtan bi kitap. Açıkçası 2. kitap elimde olmasaydı uzun bi süre almak için çabalamazdım, gerçi sonu çok merak uyandırıcı bitmişti ama yine de kitabın özü beni biraz sıktığı için biraz bekletebilirdim. Ama 2.kitap olan Pandemonyum efsaneydi! Başlarda biraz anlamakta güçlük çeksem de (ana karakterin dünyası bi anda değişiyor.) bi 50 sayfadan sonra kitabın akışına kapıldığımı hatırlıyorum, sonrasındaysa temposu asla düşmedi, hep bi aksiyon hep bi gerilim yaşattı. Bence serinin en güzel kitabı Pandemonyumdu. O yüzden eğer Deliryum'u okuyup bıraktıysanız Pandemonyum'a da bi şans vermelisiniz. Son kitap olan Requiem.. Ciğerimi soldurdu. Kullanabildiğim tek tabir bu malesef. Her sayfası ayrı bi heyecan ve gerilim doluydu. Okurken hep korktum, üzüldüm, gerildim, heyecanlandım.. Karmakarışık şeyler hissettim ve son sayfalara yaklaştıkça bitmesin istedim. Farkettim ki ben bu seriye gerçekten bağlanmışım. Alex, Julian, Lena, Hana, Kuzgun, Grace.. Hepsinin ismini yazsam uzar gider bu post. Ve kitabın sonuna geldiğimde şok oldum. Sonu sanki o uzun serilerin sonu gibi aceleye gelmişti. Son yazmakta usta olduğunu ilk 2 kitapta gösteren yazar sanki son kitapta bize şaka yapmış. Bu seriyi belki ancak böyle bi son kurtarırdı -son'suzluk- bilemiyorum ama yazar öyle ucu açık, öyle okuyucuya bırakmışki sonunu "acaba benim kitabımdaki sayfalar mı eksik?" diye düşünmeden edemedim. Hani, Aynı Yıldızın Altında'da Hazel Grace bi kitabın sonunu öğrenmek için yazarın peşinden koşturup duruyor ya? O moddayım şu an..:D Kafamda bi sürü soru işaretiyle kalakaldım ama bi yandan da sonu nasıl olursa olsun beni üzeceğini farkettim. Spoiler vermek istemiyorum ama Lena'nın seçimini ve sonrasında olanları acayip merak etsem de bilmemek daha iyi sanırım. Sürekli kafamda kendi sonlarımı canlandırırken buluyorum kendimi..
Şimdi "e ben bu yorumdan bi halt anlamadım, sevdin mi sevmedin mi?" diye sorarsanız sevdiğimi söyleyebilirim,hatta favori serilerimden olduğunu bile söyleyebilirim, evet o sona rağmen.. Alıştığımız distopyalardan farklıydı. Bi ara Aşk'ın gerçekten hastalık olup olmadığını düşünürken buldum kendimi. Ben o toplumda olsam tedavi olur muydum? Olmazdım sanırım, hayatımın geri kalanını duygusuz nötr bi insan olarak geçirme fikri.. Hoş değil. Lauren Oliver gerçekten başarılı bi yazar, nerede heyecanlandırıp nerede üzeceğini, mutlu edeceğini bilen yazarlardan, okuyucuyu anlayan türden. Evet seri sonu hakkında biraz kızgın olsam da yiğidi öldür hakkını yeme demişler, hafızama kazılı güzel bi hikaye okumuş oldum sayesinde. Aşk, macera, arkadaşlık, dram, aksiyon ve gerilim.. Hepsini birarada okumak isterseniz bence hazır okuoku.com'da serinin tüm kitapları 9.90 kampanyasındayken alın okuyun. Daha fazla uzatıp sıkmak istemiyorum o yüzden bikaç alıntıyla sonlandırıyorum. Umarım yararlı olur yazım, hoşça kalıın! :)
"Şeytan Cennet Bahçesi'ne girdi.
Yanında hastalık getirdi. "amor deliria nervosa"
Hastalık tohum şeklindeydi, büyüyüp çiçek açtı,
Kan gibi kırmızı elmalar veren şahane bir elma ağacına dönüştü."
"Size bir sır vereceğim. Bu kez kendi iyiliğiniz için. Geçmişin siz söyleyecek bir şeyinin olduğunu sanabilirsiniz. Dinlemeniz, fısıltılarını çözmeye çabalamanız, yerin derinliklerinden, ölü yerlerden gelen sesini duyabilmek için iki büklüm olmanız gerektiğini düşünebilirsiniz. İşe yarar bir şey elde edeceğinizi, bir şeyler anlayacağınızı ya da bir şeye anlam vereceğinizi sanabilirsiniz.
Ama ben gerçeği biliyorum: Soğukluk gecelerinden biliyorum. Geçmişin sizi geriye, aşağıya sürükleyeceğini, rüzgarın fısıltılarına ya da birbirine sürtünen ağaçların hışırtılarına kulak kabartmanıza, bir şifreyi çözmeye çalışmanıza, kırık bir şeyi birleştirmeye çabalamanıza sebep olacağını biliyorum. Umutsuz bir çaba bu. Geçmiş bir yükten ibarettir. İçinizde birikir, taş gibi ağırlaşır.
Beni dinleyin: Geçmişin sizinle konuştuğunnu duyarsanız, arkanıza asıldığını, parmaklarını bel kemiğinizde dolaştırdığını hissederseniz yapabileceğiniz en iyi şey, tek şey kaçmaktır." Deliryum 198.
"Lena'yla neden en iyi arkadaştık? Nelerden söz ederdik? Hiçbir ortak noktamız yoktu. Aynı yemeklerden, aynı müzikten hoşlanmazdık. Aynı şeylere bile inanmazdık. Sonra Lena gitti ve bu kalbimi öyle bir kırdı ki, nefes alamaz oldum. Tedavi olmamış olsam ne yapardım, bilmiyorum. Biri nasıl sizi tuzla buz edecek ve aynı anda size kendinizi eksiksiz hissettirecek bir güce sahip olabilir ki?" Requiem
"İnsanlar düzensiz bir dünyada, özgürlük ve seçme şansının egemen olduğu bir dünyada öyle yapar; Canları istediğinde giderler. Yok olurlar, geri dönerler, sonra yine giderler. Siz de paramparça olur, parçalarınızı yerden toplamak zorunda kalırsınız." Requiem 321
"Ama belki mutluluk seçme şansında değildir. Belki kurmacada, rol yapmaktadır. Kendimizi bulduğumuz yer, baştan beri gitmek istediğimiz yermiş gibi rol yaparsak belki mutlu olabiliriz." Requiem 214.
"Birden üzerime bir yorgunluk çöküyor. Savaşmaktan, vurmaktan ve darbe almaktan yoruldum. Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz. Öyle ki, yalnızca sevmek isteyen insanlar, savaşmak zorunda kalıyor. Hayatın doğası tepetaklak olmuş. Elimden gelen tek şey, tekrar sandalyeye çökmemek."Requiem 429.
Tabii bi de tedaviye karşı olanlar, aşka inananlarımız var. Daha doğrusu tedavi olma konusunda seçimin insanlara bırakılmasını isteyen, bunun insanın kendi iradesiyle seçtiği bi yol olması için çabalayanlar. Bunun için savaşan ve gerektiğinde özgürlüğünü feda eden insanlar var. Direniş. Kendilerine bu ismi verdiler.
Seri Lena'nın bi erkekle tanışması ve gitgide ona aşık olmasıyla başlıyor. Kendi içinde yaşadığı çelişkiler, ailesini düşüreceği durum, yakalanırsa yaşayacağı sorunlar ve kaybedeceği özgürlük..Deliryum'un arka kapağında da yazdığı gibi Lena aşkı seçiyor ve hikayemiz böylece başlamış oluyor.
Geçelim yorumuma! Başta da yazdığım gibi gerçekten duygularım karmakarışık, bi yandan yermek bi yandan övmek istiyorum. :) Öncelikle aslında iki somut sıkıntı var benim için; 1. kitapların şimdiki zaman ekleri kullanılarak yazılması. Bu başlarda biraz sıkıntı yaratsa da ilerledikçe kesinlikle alışıyorsunuz. 2. olarak da kitapların orjinal kapak olmaması, yahu orjinal kapaklar mu az zam! :/ Neyse.. İlk kitap (Deliryum) biraz konuya giriş amaçlı, Lena'nın yaşadığı ve yaşayamadığı dünyayı tanıtan bi kitap. Açıkçası 2. kitap elimde olmasaydı uzun bi süre almak için çabalamazdım, gerçi sonu çok merak uyandırıcı bitmişti ama yine de kitabın özü beni biraz sıktığı için biraz bekletebilirdim. Ama 2.kitap olan Pandemonyum efsaneydi! Başlarda biraz anlamakta güçlük çeksem de (ana karakterin dünyası bi anda değişiyor.) bi 50 sayfadan sonra kitabın akışına kapıldığımı hatırlıyorum, sonrasındaysa temposu asla düşmedi, hep bi aksiyon hep bi gerilim yaşattı. Bence serinin en güzel kitabı Pandemonyumdu. O yüzden eğer Deliryum'u okuyup bıraktıysanız Pandemonyum'a da bi şans vermelisiniz. Son kitap olan Requiem.. Ciğerimi soldurdu. Kullanabildiğim tek tabir bu malesef. Her sayfası ayrı bi heyecan ve gerilim doluydu. Okurken hep korktum, üzüldüm, gerildim, heyecanlandım.. Karmakarışık şeyler hissettim ve son sayfalara yaklaştıkça bitmesin istedim. Farkettim ki ben bu seriye gerçekten bağlanmışım. Alex, Julian, Lena, Hana, Kuzgun, Grace.. Hepsinin ismini yazsam uzar gider bu post. Ve kitabın sonuna geldiğimde şok oldum. Sonu sanki o uzun serilerin sonu gibi aceleye gelmişti. Son yazmakta usta olduğunu ilk 2 kitapta gösteren yazar sanki son kitapta bize şaka yapmış. Bu seriyi belki ancak böyle bi son kurtarırdı -son'suzluk- bilemiyorum ama yazar öyle ucu açık, öyle okuyucuya bırakmışki sonunu "acaba benim kitabımdaki sayfalar mı eksik?" diye düşünmeden edemedim. Hani, Aynı Yıldızın Altında'da Hazel Grace bi kitabın sonunu öğrenmek için yazarın peşinden koşturup duruyor ya? O moddayım şu an..:D Kafamda bi sürü soru işaretiyle kalakaldım ama bi yandan da sonu nasıl olursa olsun beni üzeceğini farkettim. Spoiler vermek istemiyorum ama Lena'nın seçimini ve sonrasında olanları acayip merak etsem de bilmemek daha iyi sanırım. Sürekli kafamda kendi sonlarımı canlandırırken buluyorum kendimi..
Şimdi "e ben bu yorumdan bi halt anlamadım, sevdin mi sevmedin mi?" diye sorarsanız sevdiğimi söyleyebilirim,hatta favori serilerimden olduğunu bile söyleyebilirim, evet o sona rağmen.. Alıştığımız distopyalardan farklıydı. Bi ara Aşk'ın gerçekten hastalık olup olmadığını düşünürken buldum kendimi. Ben o toplumda olsam tedavi olur muydum? Olmazdım sanırım, hayatımın geri kalanını duygusuz nötr bi insan olarak geçirme fikri.. Hoş değil. Lauren Oliver gerçekten başarılı bi yazar, nerede heyecanlandırıp nerede üzeceğini, mutlu edeceğini bilen yazarlardan, okuyucuyu anlayan türden. Evet seri sonu hakkında biraz kızgın olsam da yiğidi öldür hakkını yeme demişler, hafızama kazılı güzel bi hikaye okumuş oldum sayesinde. Aşk, macera, arkadaşlık, dram, aksiyon ve gerilim.. Hepsini birarada okumak isterseniz bence hazır okuoku.com'da serinin tüm kitapları 9.90 kampanyasındayken alın okuyun. Daha fazla uzatıp sıkmak istemiyorum o yüzden bikaç alıntıyla sonlandırıyorum. Umarım yararlı olur yazım, hoşça kalıın! :)
"Şeytan Cennet Bahçesi'ne girdi.
Yanında hastalık getirdi. "amor deliria nervosa"
Hastalık tohum şeklindeydi, büyüyüp çiçek açtı,
Kan gibi kırmızı elmalar veren şahane bir elma ağacına dönüştü."
"Size bir sır vereceğim. Bu kez kendi iyiliğiniz için. Geçmişin siz söyleyecek bir şeyinin olduğunu sanabilirsiniz. Dinlemeniz, fısıltılarını çözmeye çabalamanız, yerin derinliklerinden, ölü yerlerden gelen sesini duyabilmek için iki büklüm olmanız gerektiğini düşünebilirsiniz. İşe yarar bir şey elde edeceğinizi, bir şeyler anlayacağınızı ya da bir şeye anlam vereceğinizi sanabilirsiniz.
Ama ben gerçeği biliyorum: Soğukluk gecelerinden biliyorum. Geçmişin sizi geriye, aşağıya sürükleyeceğini, rüzgarın fısıltılarına ya da birbirine sürtünen ağaçların hışırtılarına kulak kabartmanıza, bir şifreyi çözmeye çalışmanıza, kırık bir şeyi birleştirmeye çabalamanıza sebep olacağını biliyorum. Umutsuz bir çaba bu. Geçmiş bir yükten ibarettir. İçinizde birikir, taş gibi ağırlaşır.
Beni dinleyin: Geçmişin sizinle konuştuğunnu duyarsanız, arkanıza asıldığını, parmaklarını bel kemiğinizde dolaştırdığını hissederseniz yapabileceğiniz en iyi şey, tek şey kaçmaktır." Deliryum 198.
"Lena'yla neden en iyi arkadaştık? Nelerden söz ederdik? Hiçbir ortak noktamız yoktu. Aynı yemeklerden, aynı müzikten hoşlanmazdık. Aynı şeylere bile inanmazdık. Sonra Lena gitti ve bu kalbimi öyle bir kırdı ki, nefes alamaz oldum. Tedavi olmamış olsam ne yapardım, bilmiyorum. Biri nasıl sizi tuzla buz edecek ve aynı anda size kendinizi eksiksiz hissettirecek bir güce sahip olabilir ki?" Requiem
"İnsanlar düzensiz bir dünyada, özgürlük ve seçme şansının egemen olduğu bir dünyada öyle yapar; Canları istediğinde giderler. Yok olurlar, geri dönerler, sonra yine giderler. Siz de paramparça olur, parçalarınızı yerden toplamak zorunda kalırsınız." Requiem 321
"Ama belki mutluluk seçme şansında değildir. Belki kurmacada, rol yapmaktadır. Kendimizi bulduğumuz yer, baştan beri gitmek istediğimiz yermiş gibi rol yaparsak belki mutlu olabiliriz." Requiem 214.
"Birden üzerime bir yorgunluk çöküyor. Savaşmaktan, vurmaktan ve darbe almaktan yoruldum. Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz. Öyle ki, yalnızca sevmek isteyen insanlar, savaşmak zorunda kalıyor. Hayatın doğası tepetaklak olmuş. Elimden gelen tek şey, tekrar sandalyeye çökmemek."Requiem 429.
Yorumlar
Yorum Gönder